İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir

İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir
ilim

Ehl-i sünnet âlimleri: Eshâb-ı kirâm üçe ayrılır

Ehl-i sünnet âlimleri: Eshâb-ı kirâm üçe ayrılır
Eshâb-ı Kirâm

Kişi bildiği ile amel etmedikçe alim olmaz.

Kişi bildiği ile amel etmedikçe alim olmaz.
Alim !!!

İman çıplaktır, elbisesi takva, süsü utanmak, meyvesi ise ilimdir.

İman çıplaktır, elbisesi takva, süsü utanmak, meyvesi ise ilimdir.

Müslüman Bir Kadın Toplumda Nasıl Olmalıdır?

30 Ocak 2010 Cumartesi

Müslüman bir kadının toplum içinde nasıl davranması gerektiği ölçüsü ayet ve hadislerde belirtilmiştir. Kur'an ahlakı, tüm insanlara olduğu gibi, kadınlara da olabilecek en güçlü, en sağlam ve en güzel kişiliği kazandırır. Allah'ın, "... Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz..." (Müminun Suresi, 23/71) ayetiyle bildirdiği gibi, Kur'an ahlakı insanlara 'şan ve şeref' kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu ahlakı yaşayan bir kadın, saygı duyulacak, onurlu ve vakarlı bir karaktere sahip olur.




İman sahibi insanlar, yaşadıkları toplumdan, ailelerinden ya da arkadaş çevrelerinden aldıkları telkinler her ne olursa olsun, bunları bir kenara bırakır ve Kur'an'da belirtilen Müslüman karakterini yaşarlar. İşte mümin bir kadın da karakterini Allah'ın beğendiği ve hoşnut olacağı ahlakı ölçü alarak, Kur'an'a göre belirler.



Hz. Meryem, bu kişiliği yaşayan kadınların en güzel örneklerindendir. Hz. Meryem cahiliye ahlakını yaşayan bir toplum içerisinde pek çok zorlu imtihanla karşı karşıya kaldığı ve tüm bunlara tek başına karşı koymak durumunda olduğu halde, çok güçlü ve dirayetli bir karakter sergilemiştir. İslam ahlakının, Allah'a gönülden bir imanın, derin bir tevekkül ve teslimiyetin kendisine verdiği güç ile her işinde daima üstün gelmiştir. Karşılaştığı tüm zorluklara rağmen onurunu ve vakarını korumuş, bu özellikleriyle insanlar arasında dikkat çeken bir kişilik ortaya koymuştur.



"Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti." (Al-i İmran Suresi, 3/42)



Müslüman bir kadının tüm tavırlarından, konuşmalarından, hareketlerinden, yüzündeki ifadeden, bakışlarından, gülüşünden ne kadar iffetli ve vakarlı bir kimse olduğunu anlayabilmek mümkündür. İffetli bir kadının doğal bir asaleti, insani bir heybeti ve güvenilir bir kişiliği vardır. Mümin kadının belirleyici bir diğer özelliği ise Allah (cc)'ın Kur'an'da emrettiği üzere giyiminde tesettür ölçülerine dikkat etmesidir. Kur'an'da bu konudaki hüküm şu şekildedir:



"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Ahzab Suresi, 33/59)



“Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînet yerlerini açmasınlar, bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar, zînet yerlerini, kendi kocalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttalî olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tevbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olursunuz.” (Nûr, 24/31)



İman eden kadınların şerefi olan tesettür, Kur'an-ı Kerim'in, sünnetin ve İslam alimlerinin ittifakıyla sabit olan kesin bir emirdir. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle söylemiştir:



"Kur'an'ın tesettür emri fıtri (yaratılışa uygun) olmakla beraber; o maden-i şefkat (şefkat kaynağı) ve kıymettar birer refika-i ebediyye (ebedi dost) olabilen kadınları tesettür ile sukuttan (ahlaken bozulmaktan), zilletten ve manevi esaretten ve sefaletten kurtarıyor." (Hanımlar Rehberi, s. 52) Tesettür kadının kalkanıdır, onu kendisine karşı gelebilecek kötülüklerden korur, iffetli, temiz, güvenilir ve emin bilinmesini sağlar.



Kadının sesi yaratılışı icabı dikkat çekicidir. Özellikle ses normalin dışında bir tonda çıkarsa birtakım mahzurları beraberinde getirmektedir ve dinî tabiriyle “fitneye” sebep olmaktadır. Demek ki, haram olan sesin kendisi değil de, kontrol dışı bir mahiyet taşımasıdır.



Ahzab Sûresinin 32. âyet-i kerimesi bu husustaki ölçüyü Peygamber hanımlarının şahsında şöyle veriyor:



“Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer halinize layık bir takva ile korunacaksanız, yabancılarla câzibeli bir şekilde konuşmayın ki, kalbinde fesat bulunan kimse bir ümide kapılmasın. Konuşurken ciddiyet ve ağırbaşlılıkla söz söyleyin.”



Müfessir Vehbi Efendi bu âyeti tefsir ederken, “Söylediğiniz söz fitneye sebep olmasın. Yani cazibeli ve ecânibi şüpheye düşürecek bir halde edalı ve naz ü istiğna ile söylemeyin” şeklinde izah getirmektedir. Elmalılı’nın ifadesiyle “Yayılarak, kırıtarak, sınık, yılışık” olduğunda “kalbi çürük kötülüğe meyilli kimseler” bir ümide kapılırlar. Bundan dolayı da günaha girilmiş olur.



İbni Âbidîn ise meseleye şu şekilde bir açıklık getirir:



“Tercih edilen görüşe göre kadının sesi avret değildir. Yalnız zekâsı kıt olanlar zannetmesinler ki, ‘biz kadının sesi avrettir demekle konuşmasını kasdetmiyoruz. İhtiyaç halinde ve benzeri durumlarda kadının yabancı erkeklerle konuşmasına cevaz veriyoruz. Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve nağmeli bir şekilde okumalarını caiz görmüyoruz. Çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini tahrik etmek vardır. (Reddü’l-Muhtar, 1: 272.)



Mahrem olmayan kadına bakmak haram olduğuna göre, onlara dokunmak veya tokalaşmak mutlaka haramdır. Peygamber'e (sav) biat eden kadınlar dediler ki: Ey Allah'ın Resulü, biat ederken elimizi tutmadınız. Peygamber (sav) kadınların elini tutup tokalaşmam, buyurdu (Ahmed bin Hanbel, Nesâî, İbn Mâce). Hazreti Aişe (ra) biat ile ilgili şöyle buyuruyor: "Allah'a yemin ederim ki Resûlüllah'ın eli bir kadının eline dokunmadı. Sadece sözle onlardan biat aldı" (Müslim).



Peygamber (sav) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz, başına iğne ile dürtülmesi kendisi için helâl olmayan bir kadına dokunmaktan daha hayırlıdır." İslâm dini, kadınla tokalaşmayı yasaklamakla kadını tezyif etmiyor. Bilakis şerefini kurtarıyor. Kötü niyetli kimselerin şehvetle el uzatmasına engel oluyor. (Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II. 170)



Bir kadının eli, yabancı bir erkeğin eline değmesi zaruret yokken haramdır. Bu itibarla, hiçbir ihtiyaca dayanmayan tokalaşmada bu haramlık bahismevzu olur. Yabancı bir erkek yabancı kadınla tokalaşamaz, elini namahremin eline süremez. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asv), yabancı bir kadının elini tokalaşmak için tutmanın ateş tutmaktan daha korkunç olduğunu haber vermiş, namahremin elini tutanın Cehennem ateşi avuçlayacağına işarette bulunmuştur.



Peygamber (sav): "Herhangi bir kimse, bir kadınla yalnız kaldığı takdirde, mutlaka onların üçüncüsü şeytandır." (Tirmizi, Rada' 16) buyurmuşlardır

Kadının Yaratılışı

Kadının yaratılışı nasıl olmuştur ?



Kur'an-ı Kerimin açık ifadesiyle ilk insan Hz. Adem'dir. Cenab-ı Hak onu yaratırken toprak unsurunu tercih etmiş, ondan yaratmış, daha sonra da ruh vermiştir. İlahi hikmet, hem Hz. Adem'e bir can yoldaşı olması hem de insan nevinin üreyip çoğalması için Havva validemizi yaratmıştır.



Nisa Sûresinin 1. ayet-i kerimesinde bu yaratılış, "O insandan eşini vücuda getirdi" mealindeki cümlesiyle ifade edilir.



Meşhur tefsirlerde bu ayet açıklanırken şöyle denilir: Cenab-ı Hak, Havva'yı Hz. Adem'in sol kaburga kemiğinden yarattı. O sırada Hz. Adem'i hafif bir uyku tuttu. Bir müddet sonra uyandığında Hz. Havva'yı gördü. İlk anda şaşırdı, sonra çok sevindi. Kalbi hemen ona ısındı ve aralarında bir ünsiyet ve ülfet meydana geldi.



Bu mesele hadis-i şeriflerde açıkça beyan edilir. Bu hususta rivayet edilen iki hadis-i şerifin meali şöyledir:



Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: "Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O, memnun olacağın bir tarzda dosdoğru devam edemez. Eğer ondan faydalanmak istiyorsan bu eğri haliyle birlikte faydalanırsın. Tam arzuna göre düzeltmeye kalkarsan onu kırarsın. Onun kırılması da boşanmasıdır."



Hz. Ebû Hüreyre'nin başka bir rivayetinde de Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:



"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden, bir meseleye şahit olduğu, gördüğü zaman ya hayır konuşsun veya sussun. Kadınlar hakkında iyilik ve hayır tavsiye ediniz. Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı da üst tarafı, uç kısmıdır. Eğer onu doğrultup düzeltmeye kalkışırsanız, onu kırarsınız. Kendi halinde bırakırsanız daima eğri kalır. Öyle ise birbirinize, kadınlara iyi davranmayı tavsiye ediniz" (1)



Hadis-i şerif, ilk kadın olması itibariyle Hz. Havva' nın, dolayısıyla bütün kadın sınıfının hem maddi bakımdan yaratılışına, hem de huy, karakter, tabiat, mizaç ve bünyesine işaret etmektedir. Hz. Havva ilk kadındı. Cenab-ı Hak onu bir hikmet eseri olarak Hz. Adem'in bir parçasından yaratmıştı. Daha sonraki bütün kadın ve erkekler bu iki insandan türemiş, çoğalmıştır.



Gerek Hz. Adem'in yaratılışında, gerekse daha sonra Havva validemizin yaratılışında nasıl bir yaratılış kanunu, hangi hikmete binaen cereyan etmiştir, bilemiyoruz. Bu, kudret-i İlahiyeyi göstermesi yanında, aynı zamanda insan yaratılışına babayı birinci derecede, anneyi de tali, ikinci derecede gösteriyor. Yani çocuğun teşekkülüne sebep olan sperm erkekten geldiğinden, bu durumda baba birinci derecede rol oynamaktadır. Elmalılı merhumun ifadesiyle "Telkihi yapan erkek ve alan kadın olmak haysiyetiyle erkek mukaddem, kadın tali bulunuyor."(2)



Ayrıca ilk erkek olan Hz. Adem'in, ilk kadın olan Havva'nın yaratılışı tamamen istisnai bir durumdur. Şu noktayı da önemle belirtmek gerekir. Bilim adamlarımızın ifadesine göre insanın her hücresinde, program bazında, bütün organlarının karakterleri mevcuttur. Hangi şey yaratılacaksa ona ait özelliklerin ortaya çıkmasına izin verilir, diğerleri baskı altında tutulur. Buna göre, Hz. Havva'nın yaratılışında kaburga kemiğinden bir hücre, temel olmuş olabilir. Bu hücre bir saç hücresi yahut ciğer hücresi de olabilirdi. İlahi hikmet bunu böylece takdir etmiştir.


(1). Müslim, feda: 59-60.


(2). Hak Dini Kur'an Dili, 2:1274.

Hz. Nuh’un İman Etmeyen Oğlu

Cenab-ı Hak insana hidayet ve dalalet olmak üzere iki yol göstermiştir.


İnsanlar bizzat kendi iradelerini kullanarak imana talip olmadıkça, Cenab-ı Hak kimsenin kalbine imanı zorla koymaz. Allah’ın insana imanı nasip etmesi, yine insanın bu hususta göstereceği gayrete bağlıdır.

Nitekim İmam-ı Sadeddin Teftazani, imanı, “Kulun irade-i cüz’iyesini (cüz’i iradesini) sarfettikten sonra, onun kalbine Cenab-ı Hak tarafından ilka edilen [konulan> bir nurdur” diye tarif ederek bu hakikate işaret etmiştir.(1)



İman gibi, küfür de böyledir. Kul kendi iradesini kullanarak küfür ve dalalet yolunda gider, hal ve hareketleriyle bunu açıkça gösterirse, Cenab-ı Hak ona iman nurunu nasip etmez, gitmekte olduğu küfür yolunda bırakır.



İşte Hz. Nuh’un hanımının ve oğlunun; Hz. Lut’un hanımının, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Talib’in iman etmeyişlerinin sebeplerini bu bilgiler ışığında değerlendirmek gerekir. Bunlar bir peygamber hanımı, peygamber oğlu, peygamber amcası olmakla birlikte, kendi iradelerini yerinde kullanamamışlardır. İnatlarında ısrar ederek peygamberlerin davetlerine kulak tıkamışlardır. Böylece de iman nimetinden mahrum kalmışlardır.



Demek ki, bir insanın gerçek kurtuluşa ve saadete erebilmesi, bizzat kendi iradesini iyiye kullanarak hidayet yolunu tercih etmesine bağlıdır. Aksi takdirde peygamber oğlu olsa dahi bunun kendisine hiçbir faydası olamaz.



Diğer taraftan, Hz. Nuh (a.s.) kendi vazifesinin sadece tebliğ etmek olduğunu biliyordu. Netice ise Allah’a aitti. Bunun için gerek babalık, gerekse peygamberlik şefkatiyle son ana kadar oğlu Kenan’ı imana ve Hakka davet etmekten geri durmadı. Belki imana gelir düşüncesiyle son anda ona şöyle seslendi:

“Ey oğulcağızım! Gel bizimle gemiye bin ve imana gel. Kafirlerle beraber olma! İşte görüyorsun sular yükselmeye başladı.” Fakat bütün telkinlere rağmen, Kenan inadında ısrar etti. Babasını dinlemedi. Kendi gücüyle kurtulacağını sanıyordu. Şöyle dedi: “Hayır, binmem! Senin gemine bineceğime bir dağa iltica ederim. O dağ beni boğulmaktan kurtarır” dedi.



Hz. Nuh, oğlunun kafir olarak ölmesine razı olamıyordu. Oğluna son sözleri şu oldu: “Oğlum! Bugün iman ve itaatlarıyla Allah’ın rahmet ve merhametine mazhar olanlardan başkası için kurtuluş yoktur. İnat etmenin manası yok. Bak, işte sular etrafımızı sardı bile.”(2)



Hz. Nuh daha sözlerini bitirmeden oğlu ile kendisinin arasına büyükçe bir dalga girdi ve Kenan’ı alıp götürdü. Böylece nefis ve şeytana uyarak, inat ve inançsızlığının cezasını peşin olarak bu dünyada da görmüş oldu.

Kaynaklar:


1. Işaratü'l-İ'caz, s. 44.

2 Hud Sûresi, 42-43.

MUS'AB Bin UMEYR (r.a)

Ashab-i kirâm'in ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakisikli ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babasi onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayilan annesi, ogluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlikla seyrederlerdi. Bir defasinda Hz. Peygamber de onun hakkinda söyle buyurmustu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakisikli ve nimetler içinde yüzen baska bir genç görmedim" (Ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).





Mus'ab, Mekke'de o günün sartlarina göre zenginlik ve ihtisam içinde yasarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanlari islâm'a davet ettigini ögrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sirada Mekkeliler, müslümanlara yogun bir baski uyguladigindan, Hz. Mus'ab müslüman oldugunu ailesinden gizlemek zorunda kalmisti. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'in namaz kildigini görüp durumu annesi ile akrabalarina bildirmisti. Bunun üzerine akrabalari yakalayip hapsettiler. Mekke'nin bu nazli ve zengin genci için artik çile dolu zor günler baslamisti.



Habesistan'a hicret eden ilk kafileye katilincaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkani çikinca, dinini daha rahat bir sekilde yasayabilmek için Habesistan'a hicret etti. Habesistan dönüsünde Hz. Mus'ab'in durumu tamamen degismis ve bu nazli delikanlinin yerini, kalbi Islam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almisti. Annesi ondaki bu kararlilik ve metaneti görünce, üzerindeki baskisini biraz hafifletmek zorunda kaldi.



Bu sirada Birinci Akabe Beyati olmus ve Medinelilerden bir grup islâm'i kabullenmisti. Kendilerine islâm'i anlatmak ve digerlerine de teblig yapmak için Rasulullah'tan bir ögretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kildiracak, hem Kur'an ögretecek, hem de diger insanlara islâm'i anlatacakti ve yeni kimseleri islâm'a davet edecekti.



Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazini da Mus'ab b. Umeyr kildirdigi kaynaklarda ifade edilir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 118).



Bir yil sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yaninda yetmis kisi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e islâm'in Medine'deki hizli yayilisinin müjdesini verirken söyle demisti: "islâm'in girmedigi ve konusulmadigi ev kalmadi." Basta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oglunun Mekke'ye döndügünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karsi olgun bir müslüman tavrini takinarak imaninda direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini islâm'a daveti bir sonuç vermedigi gibi annesi de Mus'ab'i yolundan döndürememisti.



Hz. Peygamber (s.a.s)'in yaninda iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardi. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardes ilan etmisti (Ibn Sa'd a.g.e., III, 120).



Bedir savasinda muhacirlerin sancagi onun elindeydi. "Rasûlullah'in bayraktari" olarak ün yapmisti. Uhud savasinda da sancak yine onun elindeydi. Savas esnasinda müslümanlarin geriledigini gören Mus'ab b. Umeyr, atini saga sola dogru sürüyor ve yüksek sesle su ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmistir" (Alu imrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadigi ve o gün giderildigi rivayeti, Hz. Mus'ab'in Allah katindaki degerini ifade eder (Ibn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde islâm ordusunun sancagini tasiyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sag kolu kesildi. Hemen sancagi sol eline alarak savasa devam etti. Fakat ardindan sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancaga simsiki sarildi ve yukaridaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müsriklerin bir mizrak darbesiyle sehid oldu. Sancagi hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adli sahabiler aldilar.



Hz. Mus'ab sehid olarak yerde yatarken, günün sonlarina dogru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'i elinde sancakla gördü ve "ileriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kisi geri dönerek "Ben Mus'ab degilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kiliginda savasan Allah'in meleklerinden biri oldugunu anladi (Ibn Sa'd, a.g.e., II, 121).



Uhud savasinda Ashab-i kiram'in ileri gelenlerinden birçok kimse sehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de sehidler arasindaydi. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü oldugu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'in mübarek na'sinin basucunda oturarak, Uhud sehidleri hakkinda nazil oldugu bildirilen su ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kisiler vardir ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adagini ödedi sehid oldu. Kimi de (sehid olmayi) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla degistirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diger sahabilere, sehidlere yaklasip selam vermelerini söyledi ve verilen selamlarin sehidler tarafindan alinacagini ifade etti (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 121).



Hz. Mus'ab sehid edildiginde kirk yaslarinda idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yasayan bu degerli insani kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamisti. Hz. Peygamber, yanina geldiginde Mus'ab b. Umeyr eski bir hirkanin içinde saçlari dagilmis, vücudu ise kiliç ve mizrak darbeleriyle parçalanmis bir durumda yatiyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde sunlari söyledi: "Seni Mekke'de gördügümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakisikli kimse yoktu. Þimdi ise, kefen olarak sarilmis hirkadan basin disarida kaliyor." Sonra onun için de bir kabir açtilar ve o mübarek sahabiyi de Uhud sehidleri arasina defnettiler.



Allah yolunda canini feda eden bu aziz sehid sahabi için Ashab-i Kiram'dan Habbab (r.a) sunlari anlatiyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalniz Allah rizasi için hicret ettik. Artik mükâfatini Allah'tan bekleriz. Arkadaslarimiz arasinda bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardir ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü sehid olmustu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamistik. Yalniz sehidin bir kaftanini bulmus ve bu aziz sehidi ona sarmaya çalismistik. Ancak basini örterken ayaklari açiliyor, ayaklarini kapatirken de basi açiga çikiyordu. Bu yoksulluk karsisinda Hz. Peygamber bize sehidin basini örtmemizi ve ayaklarinin üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamizi emretti" (Buharî, Cenâiz 27; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 121).

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Kıyamet - Diriliş - Hesap Üzerine Bazı Hadis-i Şerifler


Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve



sellem buyurdu:

"Müminin ruhu, cennet ağacına konup beslenecek olan bir kuştur. Allah o kulunu diriltinceye kadar ruhu orada bekler."

Kâb radıyallahu anh. Mâlik.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Her kul öldüğü hâl üzere dirilecektir."

Câbir radıyallahu anh. Müslim.

Kıyamet gününde tanıdık olmayan bir adam, kulun yakasına yapışacak.


Kul, "Benden ne istiyorsun?" diyecek.

O şöyle diyecek:

"Dünyada beni hatalı ve çirkin işler yaparken görürdün, ama alıkoymazdın."

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Rezîn.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Kıyamet gününde, kulun ayakları, Rabbinin huzurundan şu beş şey soruluncaya kadar bir yere kıpırdamaz:

Ömrünü nasıl harcadığından, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bildiklerini uygulayıp uygulamadığından sorulacaktır."

İbn Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemden, kıyamet gününde bana şefaat etmesini rica ettim.


"Yaparım inşaallah!" buyurdu.

"Peki seni nerede arayayım?"

"Beni ilk arayacağın yer Sırattır."

"Seni orada bulamazsam?"

"Beni Mizanın yanında ara!"

"Seni Mizanın yanında da bulamazsam?"

"Beni Havzın yanında ara! Bu üç yerden şaşmam" buyurdu.

Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Sırat köprüsünde müminlerin parolası "Rabbim, selâmet ver, selâmet ver!" olacaktır."

Mugîre radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Cehennemin etrafı şehvetlerle donatıldı, cennetinki ise zorluklarla kuşatıldı."

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.


Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Cennette, her bir derecenin arası gökle yer arası kadar olan, tam yüz derece vardır. Firdevs bunların en üst derecesidir ki, dört nehir oradan fışkırıp akar. Arş ise onun üstündedir.

Allahtan istekte bulunduğunuz zaman, Firdevs cennetini dileyin!"

Ubâde radıyallahu anh. Tirmizî.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Cennete giren mutlu olacak, hiç üzülmeyecek, ne elbisesi eskiyecek ve ne de gençliği tükenecek."

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Cehennemde görülecek azabın en hafifi, kişiye, ateşten iki ayakkabı giydirilip, onların sıcağından beyninin kaynaması şeklinde olacaktır."

Ebû Saîd radıyallahu anh. Müslim.

Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âli seyyidinâ Muhammed.



Rabbenâ âtina fiddünya haseneten ve filâhireti haseneten ve kınâ azâbennâr.


Amin.

İlim Üzerine Hadis-i Şerifler


Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Her kim ilim istemek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Ondan hoşlandıkları için, melekler ilim arayanın üzerine kanatlarını gererler. ilim isteyene, göklerdekiler, yerdekiler ve sudaki balıklar bile günahının affı için yalvarırlar.

Alimin ibadet edene üstünlüğü, dolunayın yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler, hiç şüphe yok ki, peygamberlerin mirasçılarıdırlar.

Peygamberler, ne dinarı, ne de dirhemi miras bırakmışlardır. Onların mirası ilimdir. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasibi elde etmiş olur."

Ebû Derda radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Tek bir dini anlayıcı fakih, şeytana bin tane ibadet edici abidden daha çetindir."

İbn Abbas radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Kim birine bir ilim öğretirse, onunla amel edenin sevabını, yapanın sevabından hiçbir şey eksilmeksizin alır."

Muaz radıyallahu anh. İbn Mâce

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Kim ilme çalışıp elde ederse, Allah ona iki kat sevap verir. Kim ilme çalışıp da elde edemezse, Allah ona sevaptan bir pay verir."

Vâsile radıyallahu anh. Taberânî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Allah, kimin hayrını dilerse, onu dini anlayıcı bir fakîh yapar."

İbn Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Kim ilim tahsili için yola çıkarsa, dönünceye kadar, o Allah yolundadır."

Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

Abdullah radıyallahu anh, her perşembe günü insanlara konuşma yapardı.


Bir adam dedi ki:

"Bize hergün konuşma yapmanı isterdim."

Şu cevabı verdi:

"Sizi usandırmak ve bıktırmaktan korkuyorum. Bezdirmemek için arasıra konuşuyorum. Tıpkı Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı gibi."

Şakîk radıyallahu anh. Buhârî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"Gerçek âlim, insanlara, Allahın rahmetinden ümit kestirmeyen, azabından emin kılmayan, Allahın haramlarına izin vermeyen kişidir. içinde ilim bulunmayan ibadette hayır yoktur. içinde kavrama bulunmayan ilimde de hayır yoktur. içinde düşünme olmayan okumada da hayır yoktur."

Ali radıyallahu anh. Dârimî.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sahabilerinden bize bilgi verenler, şunu anlattılar:


Onlar, Peygamberden on âyet alıp ezberlerlermiş. Onu iyice sindirip, içindeki bilgileri ve hükümleri hayatlarına uygulamadıkça diğer on âyete geçmezlermiş.

Ebû Abdurrahman radıyallahu anh. Ahmed.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


Allah önce aklı yarattı ve ona dedi ki: "Öne dön!" Döndü. "Arkaya dön!" buyurdu, döndü. Sonra şöyle buyurdu:

"Senden daha çok sevdiğim bir eser yaratmadım. Yaratıklarım içinde seni en çok sevdiğime vereceğim."

İbn Mesûd radıyallahu anh. Rezîn.
 

2009 ·ilim öğren by TNB